7 Şubat 2017 Salı


WW'dan WOW'a...

Bu gün nereden esti bilmiyorum bu blog sayfam geldi aklıma. En son 2013 yılında post girmişim ve üzerinden koskoca 4 yıl geçmiş. 

Dönüp bakıyorum neler değişmiş diye... Gerçekten de bir çok şey değişmiş. Her şeyden önce evliyim bir kere :) Ama içim, kişiliğim, kendim aynı kalmışım. Bilemiyorum, belki o da değişti de farkında değilim. Çok da kişisel takılmaya gerek yok diye düşünüyor ve konuya giriyorum.

Bu resim 2017 yılındaki Erdal'ı en iyi anlatan resim diye düşünüyorum. Son 2 yıldır DeFacto'da Franchise işindeyim. Türk şirketlerinin "Atı alanın Üsküdar'ı geçtiği" bu dünyadaki uyanışının da bir neticesi olarak, dünya haritasını önümüze alıp hangi ülkeye nasıl mağaza açacağımızı düşünüyoruz.

Bir zamanlar "Yurtdışında kariyer yapacağım" diyen çocuktan, "Türkiye'nin 2. büyük tekstil perakendecisinin 16 ülkesinden 7 ülkesini açan adama"

Bir daha ne zaman yazarım bilmiyorum. Bunu kimse okumayacak bunu da biliyorum :) Ama en azından bir kişinin okuyacağına eminim. Hayatım boyunca yanımda olan ve benden desteğini hiç esirgemeten can dostum güzel insan, Erdal :)

1 Haziran 2013 Cumartesi

DEVRİM BU



Uyuyor musun? Dedim demesine de duymadı tabii ki beni. Yükü ağır... Yanındaki arabanın içine hayatı yüklemiş besbelli. Yanına da ekmeğini, suyunu... Mola yeri pek konforlu değil şüphesiz. Şehir trafiğinin en yoğun noktalarından birinde bir viyadüğün altını kendine yatak bellemiş. Muhtemelen ben ayrıldıktan sonra çok uzun olan yoluna devam etti...

Yolu çok uzun çünkü karnı aç.
Yolu çok uzun çünkü yükü çok ağır.
Yolu çok uzun çünkü çocuklarına yemek götürüyor.
Yolu çok uzun çünkü ayakkabısı yok!

Kuşkusuz şükredebilmek de büyük bir erdem. Aldığımız nefese, içtiğimiz suya.

Ayağında Converse'leri, ceplerinde I-Phone'ları ile Taksim'de devrim yapmaya çalışan arkadaşlarıma sevgilerimle...

31 Mayıs 2013 Cuma


 
3. ayımı yeni doldurduğum Mısır için yapılabilecek en iyi tanımlama herhalde "Zıtlıklar Ülkesi" olurdu. Zenginle fakirin, acıyla tatlının, iyiyle kötünün, siyahla beyazın bir arada bu coğrafyada görülmesi mümkün... İşin kötü ve üzücü tarafı her şeyin uçlarda yaşanması ve hiçbir şeyin ortasının olmaması. Ortadoğudaki diğer ülkelere ziyaret yapan insanların gözlemlerine göre aslında bu tablo Ortadoğu'nun bir özeti.

Sömürgeciliğin sadece maddi şeyleri alıp götürdüğünü düşünürdüm hep. Fakat buradaki gözlemimden sonra bu tespiti şu şekilde revize etmek gerekecek: Yıllarca sömürülmüş bu coğrfya hem zenginliğini hem de kişiliğini kaybetmiş. Kahire genel olarak; çıkarcı, ahlaki değerlerden yoksun, güvenilmez insanların yaşadığı bir yer... Fakirliği anlıyorum... Gelişmemişliği anlıyorum... Pis sokakları, olmayan sosyal hizmetleri, yalın ayak gezen insanları anlıyorum... Ama kişiliksiz bir toplum yaratmak bu ülkeye yapılan en büyük kötülük olmuş.

Şimdi bütün ülkeler ileriye giderken Mısır geriye gidiyor. Bütün bu savaşlar, çatışmalar, devrimlerden sonra, Mısır halkı önünde karanlık bir gelecekten başka bir şey görmüyor. Bu ülkenin bu hale gelmesinde emeği geçen herkesi Allah'a havale etmekten başka çare yok. Suçluları da çok uzaklarda aramaya gerek yok. Zira nereye baksanız Vodafone'u, HSBC'yi, BP'yi, Barclays'i görmeniz mümkün...

Sevgiyle...

23 Ekim 2011 Pazar

BU GÜN BABAMIN DOĞUM GÜNÜ


Küçükken benim ellerimi kendi elleri arasına alıp yıkayan,
Kendisi tıraş olurken benim de suratımı komple köpükleyen,
İşine gelmeyen bir şey istediğimde "o işlere Malkoçoğlu" bakıyo diyen,
Her akşam gelirken en sevdiğim kırmızı paketli cipsten alan,
Kimsenin bisikleti yokken bana bisiklet alan,
Sonra o bisiklet çalınınca yine kimsede bisiklet yokken ikinci bisikleti alan,
Beraber dondurma yerken kendi dondurmasının üstte kalan en güzel kısmını,
Her seferinde bana veren,
Koyu Fenerbahçeli olmasına rağmen, odamı Galatasaray posterleriyle doldurmama izin veren,
Sürekli resim yapan, bana resim yaptıran, bunun ilerde çok faydasını göreceğimi söyleyen,
Topum patlayınca annemden gizli gizli bana ikinci topun parasını veren,
"Bu evin erkeği benim de" diyerek bana sürekli gaz veren,
Ve Dilek ablamla beni çatışmaya sokan sonra da gülerek bizi izleyen,

Hepsinden de önemlisi,
Hayatın onun başına getirdiklerine rağmen,
Hep gülen,
Ve bana gülmeyi öğreten babam...

Bu gün babamın doğum günü.

İyi ki doğdun baba...

14 Mart 2011 Pazartesi

DEPOCU


Ellerini Allah'a açtı depocu. Deposuna girer girmez soludu o soğuk havayı. Elleri hemen klimanın kumandasına gitti. Hiç düşünmeden bastı o kırmızı düğmeye. "Tlip" sesini duyması içinin ısınmasına yetmişti. Rahatladı...

Ellerini Allah'a açtı depocu. Bilgisayarın power butonuna bastı. O meşhur, yolu İzmit Alemdar mağazasından geçen herkesin bildiği şifreyi tuşladı. Kabul ekranında yine 1200 parça vardı. Şimdi buna uygun bir küfür düşünürken, bir de transfer ekranına bakayım dedi. Nafileydi... Transfer yoktu. Çaresizce kapattı ekranı.

Ellerini Allah'a açtı depocu. Kafasını soluna çevirdiğinde yine darmadağınık, yine karışık bir depo gördü. Koliler üst üste binmiş deyim yerindeyse depo perşembe pazarına dönmüştü. Özcan yine yapacağını yapmış, yani depoyu düzenlemek adına hiç bir şey yapmamıştı. İsyan etmek nafileydi. Her depocu Özcan ile çalışmaya alışmak zorundaydı. Yapacak bir şey yoktu. Adam her şeyden önce çarşı çocuğuydu, bacanaktı...

Ellerini Allah'a açtı depocu. Arkasında duyduğu paspas sesiyle irkildi. Ali abisi gelmişti. Yüzündeki tebessümü gizlemeden seslendi Ali abisine. "Urursun Özcana" dedi. Ali abisi duymadı bile onu. Nasıl duysundu ki? Ali abinin tek derdi bu akşam oynanacak Belçika 5. amatör küme takımlarından FC Pilaget ve Siirt Jetpaspor'un maçıydı. Üst oynamıştı ama çifte şans verse daha iyi olacaktı sanki.

Ellerini Allah'a açtı depocu. Ali abisi bütün sinir stresini almıştı. Bir koli değişim ürünüyle gelen Maliye bir şey demedi. Hatta elinde beyaz bir body ile depoya umarsızca giren ve "bunun şumolu var mı?" diye soran Betül'ü bile kovmadı depodan. Doğrusu şaşılacak şeydi kendi bile inanamadı bu yaptığına.

Ellerini Allah'a açtı depocu. Başını çevirip orada yazan yazıya baktı. Bir kere daha gülümsedi. Burayı ve buradaki herkesi çok sevdiğini işte o zaman anlamıştı. Kalemi eline alıp duvarda asılı duran "Depoyu Seviyoruz" yazısının altına Özgür Güngör yazdı. İmzasını attı...

O da kendisinden önce gelip geçenler gibi bir gün gidecekti bu depodan ama, o deponun duvarlarında yankılanan kahkahalar hiç unutulmayacaktı. Zaten bu değil miydi depoyu mağazanın en eğlenceli yeri yapan...

28 Şubat 2011 Pazartesi

Kimin kimi?


Bu dostlar günün yorgunluğunu mu atıyorlar üstlerinden, yoksa öyle tesadüfen mi bir araya geldiler bilinmez. Ama bu birliktelik hoşuma gitti.

Hani demişler ya "bir elin nesi var iki elin sesi var" diye, gerçekten de iyi demişler. Zira şu fani hayatta insanın tek başına üstesinden gelebileceği ne var? Sadece bunalımdayken veya üzgünken mi ihtiyaç duyarız dostlarımıza? Ya en güzel anlar... Hep beraber öksüre öksüre gülemedikten sonra ne anlamı var kahkahaların? Yani dostlar olmadan çekilmez bu hayat vesselam :)

Madem dostlardan bahsettik en eskilerinden başlayalım... Arhavi 56 evlerde 90'lı yıllarda ikamet etmiş olanlar Yasin, Tanju ve Erdal üçlüsünü bilirler. Yani nasıl kardeşinizle, akrabalarınızla tanıştığınız zamanlar olmaz, kendinizi bildiniz bileli hayatınızdadırlar, işte Yasin ve Tanju'da benim için öyle. Gözlerimi açtım onları gördüm diyebilirim. İlkokul, ortaokul, lise hep onlarla beraber aynı sıralarda geçti. Öğretmenin verdiği ödevleri her unutuşumda can simidim Yasin olmuştur. Ve fındıklıklarda yaptığımız maçlarda hep rakip takımın kaptanı Tanju :) Şu sıralar mesafe olarak uzak kalsak da, gönüllerimiz hep bir...

Birde aile içindeki eküriler var tabi... Yüksel ve Fatih. 56 evler dışında yaşanılanların hepsi bu iki güzide insan için de geçerli. Yüksel ve Fatihle ayrı şehirlerde büyüdük büyümesine ama, çok da sıkı bağlar kurduk bebeklikten beri. Sanırım bize bu imkanı sağlayan ve böyle sıkı dost/akrabalar olmamızı kolaylaştıran anne ve babalarımıza teşekkür etmeliyiz.

Yıllar geçip yollar bizi Kocaeli Üniversitesine getirdiğinde kader bambaşka dostlar çıkardı karşımıza.

  • Şu an yaptığım ve belkide hayatım boyunca yapacağım işe ilk adımı atmamı sağlayan, aynı yaşta olmamıza rağmen bana sürekli doğru ve yerinde nasihatler veren ( ve bunları dinletmeyi başaran :), son Amerika maceramın unutulmaz güzellikte geçmesini sağlayan ve bana eşlik eden, şu an Türk Silahlı Kuvvetlerinin başarısı için ter döken :) çok değerli dostum Korkut.

  • Enteresan kişiliği, gün aşırı bize "yok artık" demeyi başartan enteresan hareketleri, ve popo bölgesindeki bitmek tükenmek bilmeyen sağlık sorunlarıyla :) Baleş.

  • Baleşten daha enteresan olan kişiliği, Kocaeli çevresinde herkes tarafından bir kere görülüp bir daha asla unutulamayacak şekilde hafızalara kazınan görüntüsü, karnımız ağırıncaya kadar kahkahalar atmamıza neden olan espirileriyle Burhan.

  • Sabahlara kadar bize zorla "Monopoly" oynatan, bilgisayar bilgisi ve düzenli çalışması başına her zaman bela olan, aramızdaki tek "İzmitli", keskin laik Seçkin.
Ve son olarak çok sevdiğimiz şirketimiz "DeFacto" dan çalışma arkadaşlarım olan aynı zamanda ev arkadaşlarım olma özelliğini de bünyelerinde bulunduran çok sevgili Burçin ve Faruk.

Dostlar, dostluklar önemlidir. Dostların kıymetini bilmek gerek. Ne de olsa hayat birlikte daha güzel...



18 Şubat 2011 Cuma

Biri Huzur Mu Dedi?


Bazen bir fotoğraf çok şey anlatır ya insana... İşte bu fotoğraf öyle bir fotoğraf. Sadece bakınca bile huzuru bir köşesinden yakalıyorsunuz sanki. Sanki huzur filminin bir fragmanı var burada. Bu sahilde olduğunuzu hayal ederek kapayın gözlerinizi. Sadece dalgaların sesini duyun... Yüzünüzü okşayan hafif rüzgarı hissedin... Elinize bir de kitap almadan olmaz tabi :) Zannediyorum bu kumsalda yatan insanlar da benimle aynı fikirdeler.

Şu iki bisikletin duruşu bile bir şeyler anlatmıyor mu?